Pazartesi, Ekim 20, 2025

Ana SayfaKÜLTÜR / SANATDuygularını Gizleyen Toplumun, Güç Maskesi Altındaki İnsanları

Duygularını Gizleyen Toplumun, Güç Maskesi Altındaki İnsanları

Yazan: Merve Saral

İnsanı hayvandan ayıran temel şey beyni değil, duygularıdır aslında. Ancak yaşadığımız coğrafyada duygusal olmak bize zayıflık olarak öğretilmiştir. Bu yüzden kimse kendini bir diğerine açamıyor.

Duygusallık denince aklımıza genellikle sevgi, aşk, merhamet gibi olumlu duygular geliyor; çünkü olaylara çoğu zaman Polyanna tarafından bakıyoruz. Oysa insan yalnızca bu duygulardan ibaret değil. Kin, nefret, kıskançlık, öfke gibi pek çok başka duygumuz daha var. Peki, bu duygularını belli eden insanlara neden “duygusalsın” demiyoruz?

İnsanlar özellikle öfke, kıskançlık, kırgınlık gibi “karanlık” duygularını belli ettiklerinde “zayıf”, “problemli” ya da “dengesiz” olarak etiketlenmekten korkuyorlar. Bu da onları duygularını bastırmaya itiyor. Toplum, duygularını kontrol eden insanı “güçlü” olarak gördüğü için hepimiz güçlü görünmeye çalışıyoruz.

Duygular genellikle ikiye ayrılıyor: “iyi” (sevgi, merhamet) ve “kötü” (öfke, kıskançlık). Ancak bu, duyguların doğasını yanlış anlamamıza neden oluyor. Oysa her duygu bir ihtiyacın göstergesidir.

  • Öfke, sınırların ihlal edildiğini;

  • Kıskançlık, değer görme arzusunu;

  • Korku, korunma ihtiyacını;

  • Sevilme isteği ise varlığın onaylanması gereksinimini gösterir.

Sevilmek, çoğu zaman değerli olmakla eş tutulur; ancak değerli olmak, insanın içinden hissettiği bir duygudur. Sevilmek ise dış dünyadan beklenen bir onaydır. Sevildiğimizde kendimizi değerli hissetmemiz, aslında kendimize karşı kurduğumuz bir ilüzyondur — kısa süreliğine inanmak istediğimiz, fakat uzun vadede kendini sevme boşluğu yaratan bir yanılsama.

Başkası bizi sevdiğinde o boşluk geçici olarak dolar; ancak o kişi uzaklaştığında, boşluk yeniden açılır. “Sevilme ihtiyacı” kötü bir şey değildir — insan olmanın doğal bir parçasıdır. Fakat bu ihtiyaç bir zorunluluğa dönüştüğünde, içsel dengeyi dışarıya teslim etmiş oluruz.

Bu noktada sormak gerek:
Günümüzde çalışanların birçoğu “değer görmediğini” söylerken, acaba önce kendi değerlerinin farkında mı değiller?

İş ortamlarımızda güçlü görünmeye çalıştığımız için duygularımızı sürekli kontrol altında tutuyoruz. “Profesyonellik bunu gerektirir” diyoruz. “Ofistekilerle arkadaş olunmaz, iş arkadaşı işte kalır.” diyerek kalbimizi nötrlüyoruz.

Kriz anlarında bile sakinliğini koruyan, her sabah demir gibi bir kalple ne yaşarsa yaşasın koltuğuna dimdik oturan, iş arkadaşlarıyla mesafesini koruyan, duygularından bağımsız birer robot hâline geliyoruz.

Oysa durum hiç de öyle değil.
Gerçek duygularımızla, karakterimizle, kişiliğimizle; yeri geldiğinde hatalarımızla ya da herkesten farklı güçlerimizle her sabah bu ringde yeni bir oyuna başlıyoruz.

Hani pek çok felsefeci “anda kalın” diyor ya…
Aslında anda kalmak demek, kendin olmak ve duygularını yaşamak demektir.
Kimse farkında değil ama…
Anda kal” deyince daha havalı geliyor kelimeler.

O yüzden, duygularınıza sarılın ve anın keyfini çıkarın sevgili okuyucular… 💫

Haber Editörü
Haber Editörühttps://www.TurizmWorld.com/
Turizm World Media, seyahat endüstrisi ve turizm sektöründe lider olma yolunda bir dijital haber ve bilgi platformudur.

SON HABERLER